NOT: Aşağıda okuyacağınız yazıyı FSM Vakıf Üniversitesi Psikoloji Bölümü tarafından çıkarılacak dergi için yazmıştım. Yanılmıyorsam tarih Aralık 2017'idi. Nedendir bilmiyorum ama dergi yayımlanmadı. Zaman hızlıca geçti, dönemler bitti ve ben mezun oldum. Umulur ki birilerine yol gösterecek bir yazı olur niyetiyle yayızıyı paylaşmak istiyorum. Buyurunuz lütfen.
Günlerin birinde Hoca Nasreddin eşeğinden düşmüş. Ahali etrafında toplanmış. Ahlananlar, vahlananlar, hocam hemen bir doktora gidelim, hastahaneye gidelim teklifinde bulunan yardımsever insanlar... Hoca önce bir doğrulmuş ardından da gözlerini kısmış ve kendinden emin bir sesle şöyle seslenmiş etrafındakilere: “Sağ olun, eksik olmayın, doktor hastahane istemez, bana çabucak eşekten düşmüş birini bulun, soracaklarım var” demiş. İbretlik bir hadise olduğunu düşünüyorum bu anlatının. Ve elbette de Nasreddin Hoca külliyatının bize sunduğu tüm ‘fıkralar’ gibi içinde esaslı dersler barındırıyor az önce okuduğumuz cümleler. Böyledir hayat; sayfalarca kitap okursunuz ya da onlarca twet, insanların başına gelen olayları dinlersiniz, şahit olursunuz hayatın sunduğu acı tatlı olaylara ama her ne yaşarsanız yaşayın bizatihi içinde ‘başrol’ olarak yer aldığınız hikayeler daha sarsıcı daha hissedilir olur. Az evvel okuduğunuz cümle birazcık kalabalık harflerden oluşan bir harf takımı oldu, o halde meramımızı tek cümleyle, tenha bir kelime topluluğuyla ifade edelim: Tecrübeler, hayatımızın en tesirli, unutulmaz yol göstericileridir.
Galiba burada bir itirafta bulunmalıyım: Biraz sonra, artık bir lisans öğrencisi olarak son aylarını yaşayan bir öğrenci olarak, yani hocamızdan mülhem, eşekten düşmüş biri olarak ‘dört yıl geriye gitsem ne yapardım?’ sorusuna kendimce cevaplar vermeye çalışacağım. Biz gençler nasihat dinlemeyi pek sevmeyiz. O yüzden bu yazı salt bir nasihat verme amacıyla, didaktik bir kurguyla şekillendirilmedi. Ki öyle olsaydı çok sıkıcı olabilirdi. Kabul ederseniz bu bir ‘eşekten düşmenin kısa hikayesi’ olsun. Bu yazıyı okuyacak sınıf arkadaşlarım, 4.sınıflar için, bir nostalji, geriye kalan sınıflara mukim arkadaşlarım için de belki de bir yol gösterici olur. O halde başlayalım, hazırsanız...
Vaktin Kıymeti
Özellikle birinci sınıfta okuyan arkadaşlarımızdan duyuyorum: Birinci sınıf dersleri çok hafif, o yüzden üst sınıflardan ders alalım. Ya da nasıl olsa rahatız, farklı bölümlerle çift anadal mı yapsak? Elbette ifade ettiğimiz iki cümle de kişisel tercihlerle karara bağlanacak alternatiflerdir. Boş vakitler; hali hazırda sorumlu olunan dersler için daha fazla yoğunlaşmaya, daha farklı okuma fırsatlarının elde edileceği imkanlar sağlamış oluyor bizlere. Bunu ıskalamayalım. Mesela birinci sınıfsak, Morris’in ‘Psikolojiyi Anlamak’ kitabının altını çize çize okumak inanın ileri ki sınıflara altın tepside bir destek sunacaktır. Geçtiğimiz yıllarda bahar dönemi ders seçme döneminde kulakları “ben ikinci dönem psikolojiye giriş ikiyi almayacağım, onu ileri ki yıllarda alırım nasıl olsa bir ara, şimdi üst sınıflarda daha eğlenceli dersler varmış onlardan birini alacağım” cümlesini duymuş da kulaklarına inanamamış bir öğrenci olarak derim ki eğer okulu erken bitirmek gibi milimetrik hesaplarla yaptığınız hesaplar yoksa, her şeyi size taksim edilmiş sizin için planlanmış ders müfredatınız doğrultusunda alınız.
Kültürel Etkinlik- Seminer- Söyleşi Takibi
Zannımca biz İstanbul’da üniversite okuma şansına sahip öğrencilerin bildiği, tadabildiği bir lezzet var; İstanbul’un kültürel, akademik etkinliklerin baş şehri olmasıdır. Her akşam, her hafta sonu bir kültür mekanında gidebileceğiniz bir konser, bir söyleşi ya da bir üniversitede takip edilebilecek akademik bir toplantı mutlaka vardır. Bunları takip etmek, ilgi radarımıza takılanlara katılmak bize mutlaka fayda getirecektir. Tabii ki etkinlik oburu olmamak ve sertifika/ katılım belgesi putuna tapmamak kaydıyla... Bir yerlere katılmak için, bir de çıkışında ellerimize tutuşturulan belgeler ve inanın hiçbir geçerliliği olmayan o belgeler için harcanan zamanımıza yazık. Seçici olmak lazım. Bir yerde bir etkinlik varsa konuşmacıları etraflıca araştırmak gerekebilir. Gidilecekse bir etkinliğe, öncesinde hazırlıklı, ön okumalarla gitmek inanın esaslı katkılar sunacaktır bize.
Sınıf Grupları
Mutlaka her sınıfın bir Whatsapp grubu vardır. Olsun da zaten; iletişim çağında kitlelerin bu kadar kolay etkileşimde kalabilecekleri başka bir yardımcı unsur yok gibi. Tamam sınıf grubu olsun da; “ders başladı mı?” “ hoca ara verince yazar mısınız?” gibi yazışmaların yer almadığı gruplarımız da olsun. Birbirimizi etkinliklerden, yeni çıkan makalelerden haberdar edebileceğimiz gruplarımızın da olması zenginlik sağlayacaktır.
Gelecek, merak etme ‘gelecek’
Bazen olur zaman geçmez zannederiz. Halbuki bilmeyiz ki hayat Atik Valide yokuşundan iner gibi geçer; hızlı, acele ve çabucak... O yüzden geleceğe bakar da geleceği planlar da bugünü ıskalarız. Eski bir dost gibi selam vermeden geçer gider de talihimiz biz onun kim olduğunu bilmeyiz. O halde bugünün kıymetini bilmek lazım. 1.sınıfsak mesela muhteşem bir nimete gark olduğumuzu fark edelim. Bugüne odaklanalım. Elbette gelecek planlarımızı yapıp varsa bir panomuz raptiyeleyelim. Ama panomuzun en görünür yerine yakın vadedeki gündemlerimizi yazalım. Bugünleri dolu dolu yaşamak ve günün sonunda arkaya bakmak ‘bugün de amma keyif aldım’ diyebilmek en güzel hazlardan birisi olsak gerek.
Farklı Ortamlarda Bulunmak
Ülkemizdeki tek psikoloji bölümü bizim Atik Valide Külliyesi’nde mevcut değil. Sadece bizim okulumuzun beş altı yerde kampüsü olduğundan yola çıkarsak; farklı okullarda da psikoloji lisans eğitimleri mevcut. Eğer hafızam bana ciddi bir komplo kurmuyorsa sadece İstanbul’da otuz üç psikoloji lisans eğitimi yapan fakülte var. Oralardaki meslektaş adaylarımızla da tanışalım. Gidelim, imkan olursa onların kampüslerine. Mesela onlar Psikolojiye Giriş’i hangi kitaplardan okuyorlar bakalım, öğrenelim. Paslaşalım onlarla bilgilerimizi. Böyle bir etkileşimin kocaman bir ‘bilgi voltranı’ oluşturacağına acayip derecede inanıyorum.
Dostlar Biriktirmek
Bakınınız burası çok önemli. Her şey biter vizeler gelir, finaller gider, yoklamalara imzalar atılır ama neredeyse hafta içi her gün gördüğünüz, bir şekilde yakın ilişkide bulunduğunuz arkadaşlarınızla günün sonunda muhtemelen Haliç Kongre Merkezi’nde elinize tutuşturulacak geçici mezuniyet belgesiyle baş başa kalırsınız. Anılar biriktirmek, birilerinin dertleriyle dertlenmek ister aynı bölümden olsun isterse de farklı bölümden üniversitenin hediyesi olarak bir dostluk ilişkisini başlatmak ve kıyamete kadar bu dostlukların sürmesini dilemek gerekir. Varsa böyle muhabbet ehli dostlarımız kıymetini bilelim yoksa avluya bir göz gezdirelim, sınıflarda göz takibine alalım arkadaşlarımızı da birileriyle dert ortağı olabilmenin yollarını arayalım.
Mekanın Kıymeti
Bazen olur insan eskiye öyle bir özlem duyar ki burnu sızlar, kalbinin ritimleri dalgalanır da durulmaz. Ve dilinden şu sözler dökülür: “Şu geçtiğim yolların, şu içinde bulunduğum mekanların bir dili olsa da konuşsalar, anlatsalar eskiyi bana...” Valide-i Atik Külliyesi gibi zengin maziye sahip bir kampüste okuduğumuzun farkına varalım. Mesela bir psikoloji lisans öğrencisi olarak mail kutunuza bir mail düşse Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi Başhekimliğinden: “ Sayın .........., sizi epeydir takip ediyoruz, psikoloji bilimine olan hayranlığınız bizi fevkalade heyecanlandırdı. Kurucumuz Mazhar Osman hayatta olsaydı inanın o da heyecanlanırdı bu genç dimağı gördüğü için. Kabul ederseniz sizi hastahanemiz kliniklerinde staj ve araştırma yapmaya davet ediyoruz.” Evet böyle bir mail alsaydınız muhtemelen sevinçten havalara uçar, birkaç kilometrelik sevinç koşuları yapar, yolda çocuklara şeker dağıtır, ihtiyarların alışveriş poşetlerini taşırdınız... Evet evet kesinlikle bu daha fazla zafer kutlamasını gerektirecek bir davet olurdu ama şu da en azından çeyrek bir heyecanı hak etmiyor mu: Bakırköy’ün temelleri şuan bizim eğitim gördüğümüz kampüsümüzde atılmış. Bugün avlusunda çay yudumluğumuz yerlerde bir zamanlar ‘akıl hastası’ büyüklerimiz vakit geçiriyorlardı. Ya da Nazım Hikmetten, Yılmaz Güney’e, Said Nursi’yekadar pek çok kişinin yolunun bir şekilde kampüsümüze düştüğünü biliyor muyuz? Necip Fazıl’ın ‘Zindandan Mehmete Mektup’şiirini kampüsümüz alanında yer alan Toptaşı Cezaevin’de kaleme aldığını lütfen bilmediğini söyleme, lütfen. Toparlayalım; zengin ve bir o kadar da önemli tarihsel geçmişe sahip bir mekanda ders görüyoruz. Bunun kıymetini bilelim.
Çocukluk hayalimiz; iyi ve uslu çocuk olduk lakin ormanın derinliklerinde Şirinler’i göremedik ama kim bilir belki biraz kampüsümüzün ruh dilini yakalarsak bir gün şöyle ikindi vaktinde kütüphanenin ikinci katından avluda asistanlarıyla dolaşan Mazhar Osman’ı görebiliriz.
Galiba yazıyı artık bitirmeliyim. Kendi iç mırıldanmalarımdan birazını sizlere sundum. Öğüt vermek amacıyla yazmadım bu yazıyı. Biraz karşılıklı dertleşelim istedim. Eski üstatlardan birisine gelmişler, efendim sözleriniz çok kıymetli sebebi nedir demişler, o da şu cevabı vermiş: “ Ne konuşuyorsam yaşadığım şeyleri düşünerek konuşuyorum belki de sözlerimin tesiri buradadır...”
Size kıymetli sözler sarf ettim iddiasında değilim kesinlikle. Herhalde başta okuduğumuz Hoca Nasreddin fıkrası devam etseydi şu sonla bitebilirdi: “ Ahali hemen eşekten düşmüş birisini buldu. Daha evvel aynı anları yaşamış kişi hocanın yanına gelerek hocaya elini uzattı ve hocayı ayağa kaldırdı. Sonra da...“