23 Nisan 2016 Cumartesi

MUHAMMET'İN ARDINDAN

                                                    
Uykulu bir cumartesi sabahı. Biraz da geç kalmışım Üsküdar’daki derse. Hızlı adımlarla hareket ediyorum, istikamet belli; evvela metro ardından Marmaray ve nihayet Üsküdar.
Metroda Enes’i görüyorum. Enes, açık lisede okuyan lise 1.sınıf öğrencisi. Selamlaşıyoruz ve hal hatır faslı ve ardından veriyor acı haberi:  “Hocam, B sınıfından Muhammet, evvelsi gün kursta kalp krizi geçirerek vefat etti.” Sabah vaktinde, yüklenipte taşınacak bir yük değil bu cümle…   
Filmi başa sarayım, bu açık lise dersi verme hikayesi nedir, bu dersler nasıl geçer bunları anlatayım.  
İki yıl, dört dönemdir açık lisede  okuyan öğrenci arkadaşlarla beraber Türk Dili ve Edebiyatı dersi yapıyoruz. Sınavlara iki ay kala başlayan derslerle haftanın belli vakitlerinde müfredat konularını işleyerek arkadaşları sınavlara hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Konu yoğunluğu hafif olan edebiyat dersi konularını  sekiz haftada/ iki aylık bir sürede  rahatlıkla işleyebiliyorsunuz. Hatta epeyce bir vaktinizi de bir sınıfın içine doluşmuş meraklı gözlerle size bakan ya da sınıfta delikanlılığının taşkınlığıyla eylemlerde bulunan gençlerle beraber geçiriyorsunuz.  Günlerini yatılı kaldıkları  binada geçiren öğrencilerin gözünde  okul dersi hocaları  ‘sokaktan gelen, dış dünyayla temas eden’ insanlar…

Değerli bir ağabeyimden iki yıl evvel bu dersler için teklif aldığımda zihnimde,  itiraf etmek gerekirse, ders konularından, testlerden ve şıklardan ziyade ’70-80 gençle haftada bir sohbet etmek fena sayılmaz’ cümlesi tur atmaya başlamıştı.  Teklifi hemen kabul ettim, heyecanla ders günlerini beklemeye başladım. Derslerde çokça konuştum, çokça meseleyi gençlerin gündemine getirmeye gayret ettim. Şiirler okuduk, köşe yazılarını takip ettik.  Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı konuştuk, vakit oldu Aylan bebeği andık, bazı vakitler güncel meseleleri anlattım. Madem açıkça yazıyorum yazayım: Vakit oldu kendi içimdeki isyanlarımı anlattım. Karşınızda 25 kişi sizi heyecanla dinliyor, işte o vakit konuşmak/anlatmak en esaslı yol oluyor ferahlamak için. Karşınızdakilere heyecan ulaştırmaya gayret ederken içten içe bu heyecanın sizin de yüreğinize bulaşmasını arzuluyorsunuz durmadan.  Tam burada bu yazıyı okuyanların, yazıdan bir vesile haberdar olacak kurs yetkililerinin ve bu işe dahil olmama vesile olan ağabeyimin  zihinlerinde “her şey tamam da, hocam biz seni okul dersi anlat diye çağırmıştık, ne oldu konular, müfredat? “ sorusu belirebilir.  Cevaplayayım : Ders yaptığım, mesuliyetlerini aldığım sınıflarda hiçbir vakit konuları yarım bırakmadım. Buna evvela ders yaptığımız arkadaşlar, ardından Rabbim şahittir. Konular örneklerle anlatıldı, sorular çözüldü ama şiirde dinlendi, şarkılara da kulak verildi. Bu hususta müsterih olunuz.

Muhammet… 2001 doğumlu. Henüz 15 yaşında bir genç. İki dönem beraber ders yaptık. Heyecanımızı paylaştık, sabahtan beridir hatırlamaya çalışıyorum, parça parça da zihnimde beliriyor Muhammet’in sınıftaki halleri, tavırları, cümleleri… Bir akşam vakti, Muhammet’in genç kalbi yorgun düşüyor ve bu alemden ayrılıyor 15 yaşındaki Muhammet…  Muhammet gitti, artık bu dünyada yok. Nereye gitti? Bir gün hepimizin son durağı olan, sonsuzluğa... Ölüm, unuttuğumuz, uzaklarda sandığımız ama her daim yakın olduğumuz kocaman hakikat! 
İnsan bir şey söyleyemiyorum. Tüm fanilikler ve uğraşlar gelip geçici. Ve yüzleşmek ölümle. Aslında günlüğüme yazmamın daha uygun olacağı cümlelere sizleri de ortak ediyorum, paylaşmanın rahatlatıcı etkisine sığınarak… Son 45 günümüzü ailecek  babaannemin hastalığı sebebiyle; hastahane, doktor, hastalık üçlemesinde geçirdiğimizden  daha bir başka oluyor bu hadiseye , genç Muhammet’in vefatına, şahit olmak…  

Allah Muhammet’e rahmet eylesin.  Rabbim’den,  ailesine çokça sabırlar ihsan etmesini niyaz ediyorum.
Muhammet, 15 yaşındaki Muhammet, ölümüyle benim iki dönemde vermeye çalıştığımdan daha esaslı bir ders verdi. Güzel bir nasihat verdi bizlere Muhammet…

Payıma düşen kıssadan hisseleri günlüğüme not etsem daha iyi olacak… 

Geçen hafta annesini kaybeden Gökhan Özcan şu paragrafı yazmıştı son yazısında:
"Ölüm bir hakikat, canı veren günü geldiğinde alıyor. Bize düşen rıza göstermek ve sabretmek... Allah geride kalanlara sabrını, metanetini mutlaka bağışlıyor. Yana yana pişmek değil mi kaderimiz: İnandık, iman ettik: İnna lillah ve inna ileyhi raciun."


Birer fatiha okur muyuz Muhammet’e?