Uykulu bir cumartesi sabahı.
Biraz da geç kalmışım Üsküdar’daki derse. Hızlı adımlarla hareket ediyorum,
istikamet belli; evvela metro ardından Marmaray ve nihayet Üsküdar.
Metroda Enes’i görüyorum. Enes,
açık lisede okuyan lise 1.sınıf öğrencisi. Selamlaşıyoruz ve hal hatır faslı ve
ardından veriyor acı haberi: “Hocam, B
sınıfından Muhammet, evvelsi gün kursta kalp krizi geçirerek vefat etti.” Sabah
vaktinde, yüklenipte taşınacak bir yük değil bu cümle…
Filmi başa sarayım, bu açık lise
dersi verme hikayesi nedir, bu dersler nasıl geçer bunları anlatayım.
İki yıl, dört dönemdir açık lisede
okuyan öğrenci arkadaşlarla beraber Türk
Dili ve Edebiyatı dersi yapıyoruz. Sınavlara iki ay kala başlayan derslerle
haftanın belli vakitlerinde müfredat konularını işleyerek arkadaşları sınavlara
hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Konu yoğunluğu hafif olan edebiyat dersi
konularını sekiz haftada/ iki aylık bir
sürede rahatlıkla işleyebiliyorsunuz. Hatta
epeyce bir vaktinizi de bir sınıfın içine doluşmuş meraklı gözlerle size bakan
ya da sınıfta delikanlılığının taşkınlığıyla eylemlerde bulunan gençlerle
beraber geçiriyorsunuz. Günlerini yatılı
kaldıkları binada geçiren öğrencilerin
gözünde okul dersi hocaları ‘sokaktan gelen, dış dünyayla temas eden’
insanlar…
Değerli bir ağabeyimden iki yıl
evvel bu dersler için teklif aldığımda zihnimde, itiraf etmek gerekirse, ders konularından,
testlerden ve şıklardan ziyade ’70-80 gençle haftada bir sohbet etmek fena
sayılmaz’ cümlesi tur atmaya başlamıştı. Teklifi hemen kabul ettim, heyecanla ders
günlerini beklemeye başladım. Derslerde çokça konuştum, çokça meseleyi
gençlerin gündemine getirmeye gayret ettim. Şiirler okuduk, köşe yazılarını
takip ettik. Şehit Savcı Mehmet Selim
Kiraz’ı konuştuk, vakit oldu Aylan bebeği andık, bazı vakitler güncel meseleleri
anlattım. Madem açıkça yazıyorum yazayım: Vakit oldu kendi içimdeki isyanlarımı
anlattım. Karşınızda 25 kişi sizi heyecanla dinliyor, işte o vakit
konuşmak/anlatmak en esaslı yol oluyor ferahlamak için. Karşınızdakilere
heyecan ulaştırmaya gayret ederken içten içe bu heyecanın sizin de yüreğinize
bulaşmasını arzuluyorsunuz durmadan. Tam
burada bu yazıyı okuyanların, yazıdan bir vesile haberdar olacak kurs
yetkililerinin ve bu işe dahil olmama vesile olan ağabeyimin zihinlerinde “her şey tamam da, hocam biz
seni okul dersi anlat diye çağırmıştık, ne oldu konular, müfredat? “ sorusu
belirebilir. Cevaplayayım : Ders
yaptığım, mesuliyetlerini aldığım sınıflarda hiçbir vakit konuları yarım
bırakmadım. Buna evvela ders yaptığımız arkadaşlar, ardından Rabbim şahittir.
Konular örneklerle anlatıldı, sorular çözüldü ama şiirde dinlendi, şarkılara da
kulak verildi. Bu hususta müsterih olunuz.
Muhammet… 2001 doğumlu. Henüz 15
yaşında bir genç. İki dönem beraber ders yaptık. Heyecanımızı paylaştık,
sabahtan beridir hatırlamaya çalışıyorum, parça parça da zihnimde beliriyor
Muhammet’in sınıftaki halleri, tavırları, cümleleri… Bir akşam vakti, Muhammet’in
genç kalbi yorgun düşüyor ve bu alemden ayrılıyor 15 yaşındaki Muhammet… Muhammet gitti, artık bu dünyada yok. Nereye gitti? Bir gün hepimizin son durağı olan, sonsuzluğa... Ölüm, unuttuğumuz, uzaklarda sandığımız ama her daim yakın olduğumuz kocaman hakikat!
İnsan bir şey söyleyemiyorum. Tüm
fanilikler ve uğraşlar gelip geçici. Ve yüzleşmek ölümle. Aslında günlüğüme
yazmamın daha uygun olacağı cümlelere sizleri de ortak ediyorum, paylaşmanın
rahatlatıcı etkisine sığınarak… Son 45 günümüzü ailecek babaannemin hastalığı sebebiyle; hastahane,
doktor, hastalık üçlemesinde geçirdiğimizden
daha bir başka oluyor bu hadiseye , genç Muhammet’in vefatına, şahit
olmak…
Allah Muhammet’e rahmet eylesin. Rabbim’den, ailesine çokça sabırlar ihsan etmesini niyaz ediyorum.
Muhammet, 15 yaşındaki Muhammet,
ölümüyle benim iki dönemde vermeye çalıştığımdan daha esaslı bir ders verdi.
Güzel bir nasihat verdi bizlere Muhammet…
Payıma düşen kıssadan hisseleri
günlüğüme not etsem daha iyi olacak…
Geçen hafta annesini kaybeden
Gökhan Özcan şu paragrafı yazmıştı son yazısında:
"Ölüm bir hakikat, canı veren günü geldiğinde alıyor. Bize
düşen rıza göstermek ve sabretmek... Allah geride kalanlara sabrını, metanetini
mutlaka bağışlıyor. Yana yana pişmek değil mi kaderimiz: İnandık, iman ettik:
İnna lillah ve inna ileyhi raciun."
Birer fatiha okur muyuz Muhammet’e?